Uyanmıştı. Çünkü ölmüyordu. Sadece nefesini aniden çok
harcadığından kısa bir baygınlık geçirmişti. Ne kadar oldu acaba spor yapmayalı
diye düşündü. Bu duruma biraz bozulmuştu. Ölmeyi beklemişti yere düşünce, gerçi
bu onun ilk yere düşüşü değildi. Geçirdiği o kışı hatırladı. “Ah, ne güzel bir
kıştı. Ölmek için en uygun zamanım o kış olabilirdi. Şimdilerde acaba neler
yapıyordur?” diye kendi kendisine konuştu. Etrafına bakındı, söylediklerini
kimsenin duymasını istemiyor gibiydi. O kış, o prenses onun kimseye
anlatamadığı sırrıydı. Bir yabancının bunun hakkında bir şey duyması bile
kendisini davasına ihanet etmiş birisi gibi hissetmesine sebep olabilirdi.
Ayıldığı yerde yolun kenarına oturdu. Güneşin ışıkları bulunduğu sokağa
düşüyordu. Henüz güneşten pek bir iz yoktu. Karşısındaki parka arkasından yola
baktı. Sürekli geçmişi hatırlayıp duruyordu. “Ben ne yapıyorum? Az önce ölümden
dönmüşüm ve hala eskileri hatırlayıp duruyorum. Yaşamak için çabalamalıyım.”
Dedi kendi kendisine. Ancak söyledikleri onu hiç tatmin etmemişti. Geçmişini
düşünmek gelecek hakkında planlar yapmaktan daha çekici geliyordu. Geçmişi
düşünmek, onu en ince ayrıntısına kadar hatırlamak ve tekrar yorumlamak
Cüneyt’in en sevdiği etkinliklerdendi. Bunu yaparken kendisini bir tarihçi gibi
hissediyordu. Göğsü kabarıyor, sanki çok büyük bir bilinmezi aydınlatmış gibi gururlanıyordu. Bunun doğru olmadığını, kendisiyle övünmemesi gerektiğini
yılların getirdiği gelenekler çok iyi öğretmişti. Bazen böyle şeyler düşündüğü
için kendisinden nefret etmeye başlıyordu. Bu hayal kırıklığı ile yola devam
etmeye başladı. “Bir işi yarım bırakmak, dönekliktir.” Dedi. Yola bakarak
yaşadığı bu baygınlıktan dolayı zaman hemen geçsin ve hastaneye ulaşayım diye
düşünüyordu. Geçecek arabaların birisine otostop çekmeyi düşündü. Bunu yapması
için kendisini cesaretlendirmeye bile başlamıştı. Yürümeye devam ediyordu ancak
hiç araba geçmiyordu. “Bu gün şansız bir günüm olmalı, hem bu günlerde buralar
pek tekin değil. Bir sürü kaçırılma ve ölüm haberleri duyuyorum. Başıma bir şey
gelmese iyi olur.” dedi. Çünkü ölümünün bir hastalıktan geleceğine çok emindi,
bu hayalinin bozulması onun son büyük pişmanlığı olabilirdi. Bu şekilde
düşünerek yürürken bir kilometreyi bitirmişti. Bir otobüs durağına oturdu, bir
sigara yaktı. Telefonundan saate baktı. Henüz 5.49 civarındaydı. “Otobüsler
6’da çalışmaya başlıyor. Buraya gelmesi nereden baksak yarım saati bulur.
Yürüsem mi acaba beklesem mi daha iyi olur. Bekleyeyim bari veya yürüyeyim. Of
karar veremiyorum artık hiçbir konuda. En iyisi şu sigara bitireyim.” Diye yine
konuşmaya başladı. Sonra dışından bu kadar konuşabildiğine şaşırdı. Normalde
hiç bu kadar zahmetli bir işe kalkışmazdı. Sigarasını bitirince yürümeye karar
verdi. Çünkü onun için beklemek hayatının boşuna harcanmasıydı. En değerli şeyi
zamanıydı. Şuan ölmesi istense kabul edecek ama yine de hayatının her
saniyesini değerlendirmeyi isteyecek bir ruh haline sahipti. Birden yanında bir
kamyonet durdu. İçinden inen adam onu tedirgin etmişti. Cebindeki anahtarını
sıkı sıkı kavradı. En azından bu şekilde gücünü artırmayı planlıyordu. Adam
onun orada, o saatte yürümesini hiç garipsemeyerek sakince kamyonetinin
kapağını açtı. Ekmek dolu kasasını alıp karşıdaki bankaya doğru yürümeye
koyuldu. Bu durum Cüneyt’in duruşunu hiç
bozmadı. Hala başına bir şey gelebilme ihtimalini unutmuyordu. Yürürken arada
arkasına bakıyordu, tedirgin olduğunda paranoyak olmaya başlıyordu. Bunun
farkındaydı ancak yapabileceği bir şey yoktu. En azından tek sorunum paranoyak
olmam olsun diye kendi kendini çoğu zaman teselli ettiği bile olmuştu. Yine bir
sigara daha yaktı. Göğsündeki ağrıdan daha acı veren bir şey varsa bu ancak
hastaneye ulaşmak için bu kadar zamanını harcamasıydı. Bu yüzden aldırış
etmeden sigara içebiliyordu. Hızlı hızlı yürümeye başladı, artık bu yürüyüşün
çok uzun sürdüğünü düşünmeye başlamıştı. Yürüme hızı sigara içme hızıyla
neredeyse aynıydı. Her beş adıma bir fırt denk getiriyordu. Karşıda sokakları
süpüren bir adam gördü. “Galiba sokakları süpüren bu adam çöpçü olabilir. Şimdi bu
sigaranın izmaritini ondan önce veya sonra yere atsam ona ayıp olur.” Diye
düşündü. Tam adamın çöp bidonun yanına geldiğinde adam yolun ortasındaki
çöpleri temizlemeye başladı. Sakince sigarasını yere attı, ayağıyla ezip
söndürdü ve izmaritini çöp bidonuna attı. Bu yaptığı davranış kendisini insan
gibi hissetmesine sebep olmuştu. Yerlere çöp atmaması konusunda bir arkadaşı
onu sürekli uyardığından artık istemsizce bu uyarıyı kendisine uygulamaya
başlamıştı. Bunu fark etmişti. Hatta bu durum hakkında yazılmış bir kuram yoksa
kendisi yazmayı bile aklına getirmişti. Ama kendisinin alanı olmadığını düşünüp
susmayı daha uygun görmüştü. Artık hastaneye gelmişti. Kapının kenarında bir
kedi gördü. Kedi onun zayıf noktası olabilirdi. Dünyadaki bütün her şeyi bir
kediyi izlemeye tercih edebilecek bencilliğe sahipti. Öyle de oldu. Ağrısını,
bayılmasını, tedirginliğini unutup kediyi izlemeye başladı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder